Blog
BAŞARI
Başarının bir kalıplaşmış tanımı var bir de “BAŞARI” sözcüğünün size ne anlam ifade ettiği; tıpkı diğer başka kavramlarda da olduğu gibi…
Doğar, büyür, okula gideriz… Derslerdeki başarılarımıza göre (nadiren de ilgi alanlarımızla pararlel) bir meslek sahibi olmak için üniversitelerden mezun oluruz ve devamında tatmin eden bir maaş ile bir işe gireriz. Hep bir mücadele, hep başarılması gereken, hayatın karşımıza çıkardığı yeni seviyeler. Sanal video oyunlarındaki seviye atlamalar gibi…
Çok ilginç bir nokta var burada dikkat çekmek istediğim; bu aslında başarının peşinde koşmak mı yoksa bildiğimiz yahut bize öğretilen/empoze edilen başarılar mı asıl peşinde koştuğumuz?
Peki nedir gerçek başarı o halde? Aslında gerçek “başarı” önce kişinin farkındalığa ulaşması yani kendini bilmesi ile başlar. Başkaları istedi veya söyledi diye değil, kendi hislerinin ve iç sesiyle hareket etmektir.
Gerçek başarıyı elde etmiş olanlar, kendi istedikleri için zirveye çıkmış olmanın hazzını anlarlar. Gerçek başarıyı elde etmek istiyorsak önce kendimize şu soruyu sorarak adımlara başlamalıyız: “Beni ne mutlu eder, ben gerçekte ne istiyorum?”. Çünkü başarıya giden yolda “istek”, sizi hedefe taşıyacak aracın tekerlekleridir. Yani istek olmadan o araç hareket etmez. Ne istediğimizi bilmemizle başlıyor her şey. Devamında şu soruları kendinize sorun:
Önceliklerim neler?
Hayatımda neyi nasıl yapmak istiyorum?
“Kim” olmak istiyorum?
Hedeflerim uğruna göze aldığım şeyler neler?
Nelere “dur” ve nelere “başla” diyorum?
Başarı yolunda başarısızlıklar da yaşayacağız elbet. Hata yapacağız, başarısız olacağız ki bu uzun yolda nelere daha dikkat etmemiz gerektiğini bilelim. Şu an dünyanın en önemli kişilerine bakın, bu aşamaya gelene kadar hayatlarında ne çok başarısızlık yaşamışlar, ne çok hata yapmışlardır. Asıl olan bunlardan aldığımız ders ve azimle ve kararlılıkla nasıl ayağa kalktığımızdır.
Gelelim bazı bakış açıları ve tavsiyelere;
1-Başarı’yı yeniden tanımlamak : Günümüzde birçok kişi başarının zamanla ve emekle doğru orantılı olarak ve giderek artan bir grafik çizdiğini düşünüyor. Oysaki hayatta başarıya giden yolda, başarı grafiğinizin inişlerle ve çıkışlarla dolu olması daha muhtemel. Risk alarak çalışan kişiler başarıya değil, süreçte öğrendiklerine odaklanırlar. Dolayısıyla başarısızlığa uğradıklarında da bu hataları daha büyük başarılara ulaşmak için ders olarak çıkarırlar. Siz de başarı anlayışınızı değiştirirseniz, sonuçların sizi korkutmasına ve hüsrana sürüklemesine izin vermeden, hedeflerinizi her seferinde genişleterek başarıya doğru ilerlersiniz.
2. Sorumluluk almak: Başarı size altın tepside sunulan bir madalya değil. Herşeyi yaptığınıza inandığınız halde başarı elde edemiyorsanız, yapmadığınız şeyleri araştırıp onları yapmaya başlamanız gerekiyor demektir. Birçok kişinin hayatta yerinde saymasının yegane sebebi başarısızlık sebeplerini anlamadan, her zaman yaptıkları şekilde çalışmaları, ya da başkalarının başarı hikayelerini taklit etmeye çalışmaları. Başarılı insanların başarıya giden yolda belirli trendleri olsa da, sizin karakteriniz, bulunduğunuz konum, ve çevreniz sizin farklı atılımlar yapmanızı gerektiriyor olabilir. Durumunuzu iyi analiz edin, kendinize karşı dürüst olun, ve harekete geçin.
3. Hedefi iyi belirlemek ve plan yapmak: İş veya özel hayatı bir labirente benzetebiliriz. Doğru yola ulaştığınızda varmak istediğiniz hedeflere de kolayca ulaşabilirsiniz. Önemli olan doğru koridorlardan geçmeyi bilmek! Konusunda uzman olmuş ve başarılı olarak gösterilen birisine hedefine nasıl ulaştığını sorduğunuzda kolay ama güçlü bir hedef planı olduğunu söyler. Hedef belirlemek bize uzun vadeli vizyon ve kısa vadeli motivasyon sağlar. Hedefler hayatını en iyi şekilde yaşayabilmemiz için bizi ilgili bilgileri kazanmaya odaklar, zamanımızı ve kaynaklarımız düzenlemene yardımcı olur.
Her işte, eylemde olduğu gibi hedef belirleme eyleminin de kendine göre belirli kriterleri vardır. Bir hedef belirlenirken, bu kriterlere uyulmadığı taktirde etkili bir şekilde hedef belirlemiş olmazsınız. Hatta bazı durumlarda hedef belirlemiş dahi olmazsınız. Nitekim insanlar, “1 ayda 30 kilo vereceğim veya 1 ayda 5 tane kitap bitireceğim.” dediklerinde, hedef belirlediklerini düşünmektedirler. Ancak hedefler bu şekilde belirlenmez. Bu şekilde belirlenmiş olan hedefler, çok yüzeysel ve sığ kalır. Çok yüzeysel ve sığ olarak belirlenmiş olan hedeflerde, kişiyi motive etmez ve odaklanmasına yardımcı olmaz. Sonuçta kişi, karşılaştığı ilk zorlukta pes etme eğiliminde olur. Bu yüzden hedef belirlerken, hedef belirlemenin doğru tekniklerini kullanmak gereklidir.
Öncelikle “AKILLI” yani “SMART” hedefler belirlemelisiniz. “SMART hedef ne demek” diye sorduğunuzu duyar gibi oluyoruz! SMART “Spesicfic, Measurable, Accepted, Relevant, Time” kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşan, adını bu kelimelerin baş harflerinin dizilimi ile almış bir terimdir.
SMART terimini oluşturan kelimelerin Türkçe anlamlarını ve taşıdığı misyonları kısaca inceleyelim;
· S = SPESİFİK: Hedef kesin ve net bir şekilde tanımlanmalı
· M = ÖLÇÜLEBİLİR: Hedef ölçülebilir durumda olmalı
· A = ULAŞILABİLİR: Hedef, alıcılar tarafından kabul görür olmalı
· R = UYGUN, İLGİLİ : Hedef, ulaşılabilir yani makul olmalı
· T = ZAMANA BAĞLI: Hedefin takvimi, başı ve sonu net olmalı
4. Başarıya giden uzun yolda kilometre taşları belirlemek: Hedef belirlendikten sonraki adım da kendinize kilometre taşları belirleyin. Bir hedefe ulaşmak için ilk yapmanız gereken şey nedir? Örneğin, İstanbul’dan Ankara’ya gitmek için ilk aracınızın bakımını mı yaptırmanız veya araca benzin mi almanız lazım? Ya da akşam erken yatıp uykunuzu iyice almanız mı gerekli? Peki ya sonunda ulaşmak istediğiniz hedefin kilometre taşları neler? Önce çevre yoluna çıkmak, TEM otoyolu ile İzmit ve Adapazarı, sonra Bolu – belki Bolu da bir yemek ve dinlenme molası – daha sonra Kızılcahamam ve Ankara…Ya da yola çıkmadan önce birilerine telefon ederek yol hakkında bilgi almak mı? Siz yapmanız gerekenleri iyi sıralarsanız, sonunda her adımı veya hedefi gerçekleştirdikten sonra bir sonraki adımın ne olduğunu bilip, ona göre hareket edersiniz. Winston Churchill’in de dediği gibi: “Üstün tedirginliğimiz, üstün düşünme ve planlamaya dönüşsün.”
5. Harekete geçmek: Ünlü yaşam gurusu Robin Sharma, “Korkunun panzehri harekettir.” demiş. Gerçekten de öyle. İngilizce’de ‘Procrastination’ diye tabir edilen iş erteleme, sadece işi yapmadan önceki anksiyetenizi artıran ve sizi neredeyse paralize eden bir eylemsizlik durumudur. Bir işin içine girmeden, onun neler gerektirdiğini de anlayamazsınız. Bir işi bitirmek için önünüzdeki tek engel kendinizsiniz. Dolayısıyla cesaretiniz toplayın, konsantre olun ve olabildiğince hızlı harekete geçin.
6. Metanet göstermek: Bugün psikologlar ve eğitimciler çalışmada sürekliliğin ve başarısızlıklar karşısında yılmamanın, başarıya ulaşmada IQ’dan daha önemli bir faktör olduğunun altını çiziyorlar. Yani, çok başarılı insanlar zorluklar karşısında yılmayan kişiler. İşler ters gitse de inançla çalışmalarını sürdürüyorlar ve işlerini yarıda bırakmıyorlar. Bir dağcıyı düşünün, başta kayalıklara kolayca tırmanırken tepenin ortalarına doğru zorlanacaktır. Artan yükseklik, ve zirvenin hala çok uzaklarda oluşu onu yıldırabilir. Ancak bir dağcı çok nadiren yolun ortasında geri aşağıya inmeye karar verir. Sizin de kendi zirvenize doğru ilerlerken böyle bir anlayış içinde olmanız lazım. Eğer siz de gitgide zorlaşan yol ve hala çok uzakta görünen zirvenize tırmanmada yılmazsanız, başarı şansınızı her adımda artırırsınız.
KENDİNİ TANIMAK
Ne istiyorsun gelecekten? Hayallerin nerelere akıyor ? Gerçekten olmak istediğin yerde misin ? Ya da en acısı gerçekten olmak istediğin yeri biliyor musun?
Ben bu soruyu sormadan yol aldım, rüzgara kapıldım, rüzgar beni buraya getirdi diyorsan ve orada mutluysan inan çok şanslısın ama mutlu değilsen eğer o zaman kalkıp yol alma zamanıdır…”
Bu soruların içinde ne kadar derin bir anlam taşıdığını yaşantınız, deneyimleriniz, hayalleriniz sayesinde zaman ilerledikçe çözebiliyorsunuz.
Jung der ki ; Kişi doğduğu gün evrenden bir enerji alır ve bu enerji o kişinin hayat amacını açıklar.
Doğduğumuz andan itibaren başlayan süreçle yaşam içinde işimize yarayacak olumlu şeylerin yanında, yolculuğumuzu olumsuz etkileyecek bir çok şeyi de öğrenebiliyoruz. Bunların bir kısmı bizi olgunlaştırırken bir kısmı da travmatik etkilerle, korku, endişe, yetersizlik, özgüven eksikliği, cesaret kaybı yada bunlardan farklı öğrenilmiş çaresizliklere dönüşebiliyor.
Çok iyi bir çocukluk evresi geçirdim diyen bir çok kişinin , otuzlu yaşlardan itibaren yeni arayışlara gittiğini görebiliyoruz. Hatta kimileri “benim hayat” amacım nedir ? sorusunu bu aşamada tekrar sorabiliyor. Yaptığı işten keyif almadığını söyleyenlerden tutunda, annem babam böyle istedi o yüzden bunu yaptım diyenlere kadar geniş bir yelpazede sebep sonuç ilişkilerinden uzun uzun konuşulur.
Kendini tanımak aslında yaşam kadar uzun bir süreçtir. Öğrendikçe yaparız yaptıkça deneyimleriz, deneyimledikçe kararlarımız ve tutumlarımız değişir ve yeni kararlar ve tutumlar gelir. Bazen değişmek isteriz ve genellikle değişimin kaynağında acı, üzüntü ve başarısızlık olduğunu görürüz.
Kendini tanımak bir arayıştır. Kendi gerçeğini görmek ve yaşama yerleşmektir. Yolda olmaktır aslında kendini tanımak. Ve kendini tanımak kendini sevmektir , kendini tanımak kendine güvenmek ve özgüvenini kazanmaktır, kendini tanımak kendine saygı duymaktır ve özsaygısını artırmaktır. Kendini seven başkalarını da sever. Özsaygısı olan başkasına da saygı duyar . Özgüveni olan daha cesur davranır ve istediklerini yapacak kudrette olur. Kendini tanımak arkadaşını seçmektir, kendini tanımak işini seçmektir, kendini tanımak eşini seçmektir, kendini tanımak… Bu liste uzar gider sonuçta kendini tanımak yola devam etmektir.
Ne istediğini bilmen için, iç dünyana daha fazla yönelmen lazım. Orada nasıl bir insan olduğunu ve ne istediğini keşfedecek, hayallerin ile karşılaşacaksın. Hiçbiri ile yüzleşmekten korkma. Her biri sana ait parçalar çünkü… Keşfet; o keşfettiğin her özelliğin senin yaşam haritanı çizmende yardımcı olacak. Yaşam Haritan ise, sana kaliteli bir yaşamın kapısını açacak… “Ne olacaksa olsun, çok önemli değil”!
Genç yaşta çok da kolay olmuyor “Ne İstiyorum” sorusuna yanıt vermek ve
doğru cevabı bulmak. Biliyorum ki birçoğunuz bu sorunun cevabını arıyorsunuz…
Bu soru ile uğraşmaktan vazgeçmeyin. Sordukça cevaba ulaşabiliyorsunuz.
Sakın “Ne olacaksa olsun, çok önemli değil” demeyin.
Yaşamınızın kontrolü sizin elinizde olsun…
Unutmayın; Hayattaki en büyük eseriniz “SİZ” olacaksınız…
DÖRT ANLAŞMA
Meksikalı bir yazar olan Don Miguel Ruiz 1952 yılında dünyaya gelmiştir. Spiritualist bir yazar olarak bilinir. Yazı ve kitaplarında mutluluğu elde etmek Antik Toltek öğretileri üzerinde durulması gerektiğinden bahseder.
Don Miguel Ruiz’in ailesi de Toltek olduğundan, yetiştiği ailede Toltek bilgeliğini öğreniyor, 1986’ya kadar cerrahlık yaptıktan sonra mesleğini bırakıp bu öğretileri dünyaya yayabilmek için kitaplar yazıyor.
Yazarın en bilinen kitaplarından biri “4 Anlaşma”. Peki bu 4 anlaşma ne demek? Aslında hepimiz yaşamımız boyunca hayatla, insanlarla, yakınlarımızla farkında olmadığımız anlaşmalar imzalarız. Herhangi bir fikre inandığımızda bir anlaşma yaparız. Ve bu inanç sistemimizin bir parçası olur.
Tolteklerin uyguladığı dört anlaşma, hayatı daha doyumlu yaşamaya, üzüntü ve kederden uzaklaşmaya, en önemlisi de anı yaşamaya yönelik.
Düşünce şeklimize yerleştirmemiz gereken bu dört anlaşmanın temelleri ise şu şekilde:
1- Söz büyüdür. Kullandığın sözcükleri özenle seç
İlk anlaşma, dört anlaşmanın en önemlisidir ve aynı zamanda uyulması en zor olan anlaşmadır. Sözler sizin yaratma gücünüzdür. Hangi dili konuşuyorsanız konuşun, niyetiniz söz aracılığıyla şekil bulur. İnsan zihni, sürekli tohumların ekildiği verimli toprak gibidir. Tohumlar; düşünceler, fikirler ve kavramlardır. Söz tohum gibidir ve insan zihni son derece verimlidir. Bir tohum, bir düşünce ekersiniz ve o büyür. Her insanın zihni verimlidir. Önemli olan oraya ne tür tohumun ekilip üretildiğidir. Söz, biz insanların sahip olduğu en güçlü armağandır.
2- Hiçbir şeyi kişisel alma.
Size söylenen sözleri yada eylemleri kişisel almayın. “Senin bu davranışın beni incitti” diyen birini düşünün. Onu siz incitmediniz. Söylediğiniz sözler ondaki bir yaraya bastığı için incindi. Aynı şekilde bize “sen iyisin” denildiğinde kişisel algılamayız, çünkü o anda o kişi kendini iyi hissediyor, mutlu ve bizi onaylıyor ama “sen bir şeytansın” dediklerinde de kişisel algılamayız, çünkü bir sebepten bize kızgındırlar.
Kişisel algılamak, söylenen şeye katılmakla mümkündür. Söylenen şeyle anlaşma yaptığınız anda, zehir zihninize yayılır ve cehennem rüyasının tutsağı olursunuz. Bu tuzağa düşmenizin nedeni bireysel önemlilik denilen şeydir.
Bireysel önemlilik ya da kişisel algılamak, bencilliğin en üst düzeydeki ifadesidir. Çünkü her şeyin “kendimizle ilgili” olduğunu varsayarız. Her şeyin merkezinde kendimizin olduğunu düşünürüz.
Diğer insanlar, merkeze sizi koyan hiçbir şey yapamaz. Yaptıkları her şey kendileriyle ilgilidir. Herkes kendi rüyasını yaşar, kendi zihinlerinde oluşturduğu rüyayı yaşar.
3- Varsayımda bulunma.
Olmuş ve olacaklar hakkında varsayımlarda bulunmak, yaşamayı engeller ve enerjiyi tüketir. Bu, en çok belirsiz durumlar karşısında yaşanır. Örneğin sevdiğiniz kişi (anneniz, sevgiliniz) sizi aramadı. Burada tetiklenen varsayımlar, “benden sıkıldı, kurtulmak istiyor, bana kızgın” diye başlar ve “ben değersizim” e kadar uzanan bir sürü varsayım silsilesi ile kendimize yeni zehirli anlaşmalar yapmamıza neden olur. Oysa yukarıdaki durumda bir sürü başka varsayım da mümkündür: “düşünmek istiyor, zaman istiyor, böylesi daha iyi, yalnız kalmaya ihtiyacı vardır, benim dışımda bir sorunu vardır…”. Ama aslında en ideali hiç varsayımda bulunmamaktır.
4- Daima yapabildiğinin en iyisini yap.
Her koşul altında en iyisini yapmaya çalışmak bizi daha iyi hissettirir ve ileri yaşanması muhtemel suçluluk duygusundan kurtarır. Yapabileceğimizin en iyisine gayret etmek, kendimize saygı duymanızı sağlar. İşin büyüğü-küçüğü ya da önemlisi-önemsizi olmaz. Bir eşyayı bir yerden alıp yerine koyarken de, bir tez araştırması yaparken de, bir işi yapılması gerektiği gibi, özenle ve kendimizce “en iyi şekilde” yapmak, kendi üzerimizdeki olumsuz havayı alır, yerine pozitif bir atmosfer yaratır. Yaptığımızı biz beğenirsek iç tatminimiz artar. Eğer zaten bir işi yapmak zorundaysak, bunu zevkli bir oyun haline getirmek en güzeli olurdu.
Dört Anlaşmayı da hayatımızda uygulayabilmek için çok güçlü bir iradeye sahip olmak gerekiyor. Ama yaşamınızı bu anlaşmalar doğrultusunda yaşamaya başlayabilirseniz, yaşamınızdaki dönüşüm şaşkınlık verici boyutlarda olacaktır.
ÖNÜMÜZDEKİ ENGEL: KENDİMİZ
“Bu da ne demek şimdi?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. İnsan hiç kendi önüne engel olur mu? Sanki “tek rakibim kendim” der gibi.
Ben bu soruyu sormadan yol aldım, rüzgara kapıldım, rüzgar beni buraya getirdi diyorsan ve orada mutluysan inan çok şanslısın ama mutlu değilsen eğer o zaman kalkıp yol alma zamanıdır…”
Bu soruların içinde ne kadar derin bir anlam taşıdığını yaşantınız, deneyimleriniz, hayalleriniz sayesinde zaman ilerledikçe çözebiliyorsunuz.
Jung der ki ; Kişi doğduğu gün evrenden bir enerji alır ve bu enerji o kişinin hayat amacını açıklar.
Doğduğumuz andan itibaren başlayan süreçle yaşam içinde işimize yarayacak olumlu şeylerin yanında, yolculuğumuzu olumsuz etkileyecek bir çok şeyi de öğrenebiliyoruz. Bunların bir kısmı bizi olgunlaştırırken bir kısmı da travmatik etkilerle, korku, endişe, yetersizlik, özgüven eksikliği, cesaret kaybı yada bunlardan farklı öğrenilmiş çaresizliklere dönüşebiliyor.
Çok iyi bir çocukluk evresi geçirdim diyen bir çok kişinin , otuzlu yaşlardan itibaren yeni arayışlara gittiğini görebiliyoruz. Hatta kimileri “benim hayat” amacım nedir ? sorusunu bu aşamada tekrar sorabiliyor. Yaptığı işten keyif almadığını söyleyenlerden tutunda, annem babam böyle istedi o yüzden bunu yaptım diyenlere kadar geniş bir yelpazede sebep sonuç ilişkilerinden uzun uzun konuşulur.
Kendini tanımak aslında yaşam kadar uzun bir süreçtir. Öğrendikçe yaparız yaptıkça deneyimleriz, deneyimledikçe kararlarımız ve tutumlarımız değişir ve yeni kararlar ve tutumlar gelir. Bazen değişmek isteriz ve genellikle değişimin kaynağında acı, üzüntü ve başarısızlık olduğunu görürüz.
Kendini tanımak bir arayıştır. Kendi gerçeğini görmek ve yaşama yerleşmektir. Yolda olmaktır aslında kendini tanımak. Ve kendini tanımak kendini sevmektir , kendini tanımak kendine güvenmek ve özgüvenini kazanmaktır, kendini tanımak kendine saygı duymaktır ve özsaygısını artırmaktır. Kendini seven başkalarını da sever. Özsaygısı olan başkasınada saygı duyar . Özgüveni olan daha cesur davranır ve istediklerini yapacak kudrette olur. Kendini tanımak arkadaşını seçmektir, kendini tanımak işini seçmektir, kendini tanımak eşini seçmektir, kendini tanımak… Bu liste uzar gider sonuçta kendini tanımak yola devam etmektir.
Ne istediğini bilmen için, iç dünyana daha fazla yönelmen lazım. Orada nasıl bir insan olduğunu ve ne istediğini keşfedecek, hayallerin ile karşılaşacaksın.
Hiçbiri ile yüzleşmekten korkma.
Her biri sana ait parçalar çünkü…
Keşfet; o keşfettiğin her özelliğin senin yaşam haritanı çizmende yardımcı olacak.
Yaşam Haritan ise, sana kaliteli bir yaşamın kapısını açacak…
“Ne olacaksa olsun, çok önemli değil”!
Genç yaşta çok da kolay olmuyor “Ne İstiyorum” sorusuna yanıt vermek ve
doğru cevabı bulmak. Biliyorum ki birçoğunuz bu sorunun cevabını arıyorsunuz…
Bu soru ile uğraşmaktan vazgeçmeyin. Sordukça cevaba ulaşabiliyorsunuz.
Sakın “Ne olacaksa olsun, çok önemli değil” demeyin.
Yaşamınızın kontrolü sizin elinizde olsun…
Unutmayın; Hayattaki en büyük eseriniz “SİZ” olacaksınız…
HAYAT ZOR DEĞİL
Hayat hep sürprizlerle dolu gelişir. Bazen hep iyi, bazen üst üste zorluklar…
Karşımıza ne zaman ne çıkacağını bilemeyiz. Günün birinde, sağlıklı olmanın, hatta hayatta kalmanın en önemli çözümünün, “evde kal” sloganları ile pekiştirilmeye çalışılacağı hiç aklınıza gelir miydi? Elinizin altında olduğunu düşündüğünüz, kanıksadığınız, hatta rutinliğinden şikayet etmeye başladığınız her şeyi özleyeceğiniz aklınıza gelir miydi?
Meğer ne büyük özgürlükmüş, ne büyük konfor, ne büyük keyifmiş istediğin an, istediğin yere, korkusuzca gidebilmek! Soluduğun, soluyacağın havadan ürkmemek, sevdiklerine, yakınlarına sarılmak, elini sıkmak…
Tüm bu yaşananların hayatımızdaki değer yargılarına ne kadar etki ettiğini hepimiz yaşadık, yaşıyoruz. Ancak güzel haber: bu günler de geçecek! Yeter ki umudumuz, hayata tutunma enerjimiz bitmesin.
Bunun gibi ileride karşımıza çıkacak zor günleri atlatmak için, sorunların üstesinden gelebilmek için, insanın psikolojisinin de buna uygun ve güçlü olması gerekir. Elbette hepimizin kendimize göre moralimizi yükseltmek için bir yöntemi vardır. Ben de kendi yöntemlerimden işe yarayanları sizle paylaşmak istiyorum.
Klişe bir söz ama her zaman geçerli: Bardağın dolu tarafını görün! Şikayet etmek yerine, pozitif duygular üzerine yoğunlaşın. Olumlu yönlerin altını çizin, zenginliklerinizi, potansiyelinizi fark edin. Uzmanların belirttiğine göre mutluluğumuzun yüzde 40’ı tercihlerimiz ve hayata bakışımızın sonucuymuş. Kendi onaylayın ve takdir edin: Önemli değil, iyiyim, aslan gibiyim…
İçinizdeki sabotajcıyı susturun. Moralinizi sıfırlamak çok kolay, kaybeden psikolojisine girmeniz yeterli: Hayal kurmak neye yarar zaten gerçekleşmeyecek, zaten hak etmiyorum ki… Bunlara zihin kirliliği diyoruz. Sahip olduklarınızın kıymetini bilmenizi engelleyen, ulaşılabilir hedeflere ve mutluluğa erişmek için harekete geçmenize mani olan ‘sabotajcı’ fikirler. Bununla beraber, yanlış kıyaslamalardan da kaçının. Mesela ‘Ahmet ne kadar şanslı, benden çok daha iyi bir evde yaşıyor’ diye hayıflanacağınıza, ‘Ben çok şanslıyım, dışarda evsiz veya sahip olduğum şartlardan daha kötülerine sahip binlerce insan var!’ diye düşünün.
Yaptığınız işe odaklanın, kendinizi verin. Çünkü yaptığımız işe iyice yoğunlaşınca zaman durmuş gibi olur, sorunlarımızı unuturuz. Kısa sürede çok daha verimli iş ortaya çıkar. Başladığınız işi yarım bırakmayın. Sürekli işini bitirememe, yetişememe hissi insanı mutsuz ediyor. Zamanı etkin kullanırsanız hem kendinize hem de ailenize ayıracak daha fazla zaman ortaya çıkmış olur. Ailenizle ve çocuklarınızla kaliteli zaman geçirin ve beraber aktiviteler (yürüyüş, puzzle, kutu oyunları, resim, yemek vb) yapın.
Hata yapmaktan korkmayın, yeter ki bunlardan gerekli dersi alın. Nietzsche’nin şu meşhur lafını duymuşsunuzdur ‘Beni öldürmeyen güçlendirir’. “Elastik” olmaya gayret edin; elastikiyet zor bir durumdan sonra yeniden toparlanmak anlamına geliyor. Dayanma, …ile yaşamayı öğrenme, ‘faydalanma’; yani yaşadığı zorluktan pozitif bir şey çıkarabilme kasınızı geliştirin. Her şeyi hazır bulan, bir eli yağda bir eli balda insanlar en küçük şeyden bile mutsuz olurlar, en küçük bir sorunu bile büyütürler. Oysa bir sıkıntı yaşamış ve bunu elastikiyetleri sayesinde olumluya çevirmiş insanlar bunu başarmış olmanın verdiği mutluluk ve güvenle kendilerini daha iyi hissederler. Burada yine asıl önemli olan olumlu düşünebilmektir. Bu bana Mahatma Gandhi’nin şu sözünü hatırlatıyor:
“İnançlarınız düşüncelerinize,
Düşünceleriniz sözlerinize,
Sözleriniz hareketlerinize,
Hareketleriniz alışkanlıklarınıza,
Alışkanlıklarınız değerlerinize,
Değerleriniz kaderinize dönüşür.”
Hayatınızda yeniliklere ve değişikliklere açık olun. İnsan gündelik küçük mutluluklara o kadar alışır ki, kıymetini bilmez. Keyif almak, zevk almak demek beyinde endorfin gibi zevk hormonlarının salgılanması demek. Oysa zamanla bu alıcılarımız dolar, zevk almaz oluruz. Her gün aynı şeyleri yapmaktan vazgeçin, her gün hoşunuza gidecek bir alışveriş yapamayacağınıza yahut her ay izne çıkamayacağınıza göre, hayatınıza yenilikler, yeni zevkler katmaya çalışın. Bunlar çok basit şeyler olabilir… Mesela yarın sabah kahvaltınızı bir kazak giyip balkonda yapın, işe farklı bir yoldan etrafınıza baka baka gidin, belirli periyotlarla evinizin, odanızın mobilyalarının yerini değiştirin vs vs…
Ve unutmadan hep hareket halinde, ataletten uzak olun…
Her sabah bir ceylan uyanır Afrika’da.
Kafasında tek bir düşünce vardır.
En hızlı koşan aslandan daha hızlı koşabilmek,
Yoksa aslana yem olacaktır.
Her sabah bir aslan uyanır Afrika’da.
Kafasında tek bir düşünce vardır.
En yavaş koşan ceylandan daha hızlı koşabilmek,
Yoksa açlıktan ölecektir.
İster aslan olun, ister ceylan olun hiç önemi yok.
Yeter ki güneş doğduğunda koşuyor olmanız gerektiğini, hem de bir önceki günden daha hızlı koşuyor olmanız gerektiğini bilin.
VARSAYIM SORUNU
İster farkında olalım, ister olmayalım; belki yetiştirilme tarzımızdan, belki içinde yaşadığımız coğrafyanın kültüründen yahut etkisinde kaldığımız eş-dost akrabalardan sebep, gerçekler yerine daha çok varsayımlar üzerine yaşıyoruz.
Yani zihnimizde yarattığımız düşünceler yumağının sonunda gerçek olduğuna inandığımız “varsayımlar”, bizim çoğu zaman davranışlarımızı şekillendriryor. Bir başka deyişle “soru sormuyoruz”. Yani gerçek nedir öğrenmek için çaba sarf etmiyoruz. Ya da söyleneni dinlemiyoruz.
Gündelik hayatta basit iletişimde yapıyoruz bunları hem de, bir bakış, bir davranış çoğu zaman tetikliyor bunu. Örneğin birisi kardeşiyle tartışıyor. Neden? “Şunu, bunu dediğine göre kesin şöyle düşünüyor!” ya da “Aramadığına göre mutlaka bana tepki koyuyor” . Nereden biliyorsun? Belki telefonunun pili bitti veya şu an seni arayamayacağı bir konumda!
“Beni aramadın, belli ki geçen günkü olayla ilgili bana tepki koyuyorsun. Ama bu tepkiyi koymadan önce bence kendi davranışlarına da baksan hiç fena olmaz. Sen bana aynısını, geçen ay restoranda yemek yerken yaptın ve ben yutkundum, içime attım. İşte bu sebeple seninle haftaya gideceğimiz tatili iptal ettim.” dediniz; yargılamayı yaptınız ve hemen akabinde de cezayı kestiniz. Bir dursanız, bir nefes alsanız, keşke bu cümlenin sonunu getirmeden sadece su soruyu sorsanız: “Beni neden aramadın?”. Cevap belki de bu kadar basit: “Çünkü toplantım hala devam ediyordu.”
Bu biraz da basit olaylardan yahut davranışlardan olumsuz sonuçlar çıkarma alışkanlığımızın sebep olduğu endişe ve korkunun körüklediği bir durum. Bunu neden yaptığımızın cevabı çok kolay değil. Yukarıda da bahsettiğim gibi, aile-arkadaş ortamı, kültür, eğitim vb bir çok sebebi olabilir. Her kişinin farklı kök nedenleri vardır. Ama bu durumdan kurtulmak için yeterince çaba harcamadığımız da bir gerçek. Bunun yüzünden çoğu zaman kendimizi boş yere üzüyor, hırpalıyoruz. Gereksiz yere öfkeleniyor, ilişkilerimizi bozuyoruz. Gerçekler ortaya çıkınca yine üzülüyoruz..
Diğer yazımda da bahsettiğim gibi, Meksikalı yazar Don Miguel Ruiz’in Dört Anlaşma kitabında bu konu detaylıca anlatılmakta. Kitabın tamamı çok güzel bir baş ucu kitabı, 3-4 kez üst üste okumalık. Kitap, Meksika Kızılderilileri tarafından halen uygulanan canlı bir öğreti olan Toltek bilgeliğinden bahsediyor. Toltekler doğaya ve dünyaya inanan bir sistem üzerinden yaşıyorlar. Hatta bilimin ve spiritüel yaşamın birbirinden ayrılmadığı Toltek bilgileri için Maya uygarlığının en üst boyutlara taşıdığından bahsediliyor. Bu bilgelik öğretisine göre özgür, kaliteli, ferah yaşamak için kendinle yapman gereken 4 tane anlaşma var: 1- Kelimelerini özenle seç, 2- Hiçbir şeyi kişisel algılama, 3- Varsayımda bulunma ve 4- Daima elinden gelenin en iyisini yap.
Kitapta bahsedilen 3üncü anlaşma “varsayımlar”. Kitapta bu konuyla ilgili Toltekler şunları söylemektedir:
“…Her şeyle ilgili varsayımda bulunma eğilimimiz vardır. Varsayımlarda bulunmanın problemi, varsayımlarımızın gerçek olduğuna inanmamızdır. Onların gerçek olduğuna yemin edebiliriz. Başkalarına neyi düşündüğüne ya da ne yaptığına dair varsayımlarda bulunuruz. Varsayım teorilerimizi kişisel algılarız. Sonra da o kişileri suçlar ve sözlerimizle duygusal zehir saçarak tepki gösteririz. İşte bu nedenle varsayımda bulunduğumuz her şeyde problemlere de davetiye çıkartırız. Varsayımda bulunuruz, yanlış anlarız, kişisel algılarız ve hiç yoktan koskocaman bir drama yaratırız.”
“…Gerçeği duymaya cesaret edemediğimizde ya da açıklama istemekten korktuğumuzda varsayımlarda bulunuyoruz. Sonra da varsayımlarımızın doğru olduğuna inanıyoruz.”
“…Hayal gücümüz ürünü olan rüyalarımızı realite olarak tanımlama alışkanlığımız var. Çünkü bir şeyi anlamadığımızda, varsayımlarda bulunarak ona anlam vermeye çalışırız. Örneğin; bir alışveriş merkezinde yürürken, hoşlandığınız bir kişi gözünüze ilişir, bu kişi size tebessüm eder ve yoluna devam eder. Sadece bu tek deneyimden nice varsayımda bulunabilirsiniz.”
“…Bu varsayımlar çoğu kez hızlı ve bilinçsizce yapılır. Çünkü bu yolla iletişim kurma anlaşmamız vardır. Çocuklukta yaptığımız anlaşmalardan bazıları şöyle der: ‘Soru sormak güvenli değildir. Eğer birisi beni seviyorsa, ne istediğimi, neler düşündüğümü ve hissettiğimi bilmelidir.”
Nasıl? Çok tanıdık geldi değil mi? Kitapta belirtilen bu tespitler üzerine çok fazla söz söylemeye sanırım gerek yok. Kısaca varsaymayın, soru sorun! Olayların gerçek yüzüne ulaşmak için çok az çaba harcayıp, biraz dikkatlice bakıp: “Acaba bu bilgi %100 gerçek mi?” ya da “Bu söylediğin/davranışın, şu anlama mı geliyor?” diye basit sorular sormakla işe başlamak lazım.
SATIŞ İŞİ
“Satış” işi, bir yaşam tarzı ve ilişkiler yönetimi olarak tanımlanabilir. Hayatın her evresinde ilişiklerin alış-verişi olan “satış” ile iç içe yaşıyoruz; ya satıyoruz veya bize satılanları satın alıyoruz.
Ebeveynlerimizle, çocuklarımızla, eşimiz ve arkadaşlarımızla olan ilişkilerimiz hep satmak veya satın almak üzerine kuruludur. Burada satışa konu olan şey sadece somut bir emtia satışından ziyade bir duygu, bir düşünce veya bir tecrübedir.... Özel hayatında çevresindeki insanlarla iyi ilişkiler sürdüren ve söylemlerine, fikirlerine değer verilen bir kişiye kim “çok iyi bir satıcı” diyemez ki? Demek ki bu kişi kendini çevresindeki insanlara iyi ifade edebilmiş, fikir ve düşüncelerini iyi satmış demektir.
İşte bu nedenle; bir fikri, bir olayı veya bir duyguyu karşımızdakine anlatırken de satış yapıyoruz. Karşımızdakinin bizi anlayıp anlamaması ise bizim satış yapmaktaki başarımızın oranıyla ölçümlenebilir. Dialoglarda düşüncemizi ne kadar iyi satabilirsek, o derece ikna edici oluyoruz ve bundan haz duyuyoruz. İddia ettiğimiz söylemlerin doğru çıkmasıyla da satın alanda güven ve inanç tesis ederek bir sonraki satışların zeminini hazırlıyoruz.
İşte satış, bu şekilde duygu ve düşüncelerin doğru ve yerinde aktarılması yöntemiyle karşıdakinin ikna edilmesine kadar olan ilişkilerin yönetimi sürecidir. Burada ilişkilerin yönetimi kilit rol oynar, çünkü iyi ilişkiler satışın başlangıç noktasıdır. Bununla beraber, bu sadece iyi bir başlangıca yeter, devamını sağlamak için başka özellikler de gerekir: İstekli olmak, olumlu ve yapıcı düşünce kabiliyetine sahip olmak, dürüst olmak, planlı hareket etmek, sabırlı olmak, kendine ve sattığın ürüne güvenmek (rakip ürünleri de iyi tanımak), hatalardan ders çıkarmak ve hayal gücü bunlardan en önemlileridir.
Satış, bir ilişki ve doğru iletişim meselesidir. Eğer doğru kişilerle iyi ilişkilere sahip olursanız ürününüzü anlatmak ve faydalarından bahsetmek için daha fazla zamana sahipsiniz demektir. Günümüzde en değerli şey zamandır. Yani bu da size en değerli şeyi ayıran birine ilk satışı yaptığınız, size zaman ayırması için ikna ettiğiniz anlamına gelir. Bundan sonra atılacak her adım ya temellerini attığınız binaya bir kat daha çıkmanız, veya temeli yıkmaya başlamanız olarak devam edecektir.
Elbette sattığınız ürün ve kalitesi çok önemlidir, ama satın alan kişilerle kuracağınız iletişim ve sürdürlebilir ilişkiler o kişinin satın alırken sizi tercih etmesinde çok büyük rol oynar. Tabi kendinizi iyi ifade edip, dürüst olmak gerekir, hiçbir zaman tutamayacağınız bir söz, yerine getiremeyeceğiniz bir taahhüt vermemek gerekir. Nihayetinde satın alma kararı her ne kadar mantıkla verilse bile duygular da bu kararda çok önemli rol oynar.
Satış ilişkilerinde müşterilerle kurulan iyi ilişkilerin faydalarını günlük yaşantımıza da taşımaya başladığımız zaman satışı bir yaşam biçimi olarak görmeye başlamışızdır. Satış yapmaya gittiğimiz bir resaturant’a iş dışında bir arkadaşımızla gittiğimizde restaurant müdürünün bizi selamlaması hoşunuza gitmez mi; veya satış görüşmesinde periyodik rutunuzda olan bir otelde, arkadaşınız için aldığınız indirimli oda fiyatı? Ya da gittiğiniz hastanede size gösterilen özel ilgi? Bunların tamamı günlük yaşantınızda hoşunuza gider.
Müşteri saygı görmek ister, değerlerine, düşüncelerine ve işine saygı bekler. Ona kendisini yolunacak kaz gibi hissettirdiğiniz an bol şans dilerim, çünkü bunu silmek için çok çaba harcamanız gerekecektir.
Müşteri karşısındakinin sürekli konuşmasından ziyade, dinlenmesini ister. Burada satıcı sabırlı bir şekilde dinlemeyi bilmelidir. Görecektir ki dinlediği zaman çok şey öğrenecektir. Öğrendikçe yeni kapılar açılacak, yeni fikirler doğacaktır. Öğrenmenin engebeli bir yol olduğunu unutmamak gerekir, yürümeyim öğrenirken önce sürünmüşüzdür; defalarca düşmüşüzdür. Konuşmayı öğrenirken kekelemiş, bisiklet üzerinde dengemizi sağlayana dek birçok kez düşmüşüzdür. Ama çoğu zaman bu dersleri unutur, aceleci davranarak doğrudan sonuca gitmek isteriz. Bu acelecilik genelde hayal kırıklığı ile sonuçlanır. Sabırla ve kararlılıkla, doğru belirlenmiş hedefe, adım adım ilerlemek başarılı olmanın en temel ilkelerinden biridir.
Satıcının her zaman bir hedefi olmalıdır. Hedef bizi başarıya taşıyan bir araçtır. Beynimiz, bir hedefe ulaşmayı sağlayacak formülü elde etmeye çabalayan bir başarı mekanizmasıdır. Hatırlayın; almayı çok arzuladığınız bir ayakkabı, cep telefonu veya çantaya nefsiniz en çok ne kadar dayanabildi? Burada istek ve arzuyu birbirinden ayırmak gerekir; istediğiniz şeylerin gerçekten arzuladığınız şeyler olduğu ile ilgili kendinizi kandırmayın. Buna kendinize şu soruyu sorarak başlayın: “bunu, o arzuyu kovalamanın ve gerçekleştirmenin bedelini, sonuçlarını, getireceği rahatsızlıkları önemsiz kılacak kadar çok istiyor muyum?”
Ters önerme olarak, satınalan kişinin kafasına ürününüzü soktuğunuzda kaleyi içten fethedeceğinizi unutmamak gerekir. Artık müşterinin arzuladığı durum söz konusudur. Yani müşterinin ilgisini uyandırabilmek gerekir. İlginin olmadığı yerde beyin zayıf çalışır, isimleri, fiyatları, özellikleri kolayca unutur. Aynı şekilde siz de müşteriyi aynı ilgi ile dinlemezseniz aklınızda birşey kalmaz.
Bir başka önemli konuda kendine güvendir. Kendine güven donanımla olur. Sattığın ürünle beraber rakip ürünleri ve piyasa bilgilerini bilmek her zaman işe yarar. İnsanlar uzmanlığa hep saygı gösterir. Rakip ürünleri kötülemek yerine kendi ürününüzün rakibe karşı üstünlüklerinden bahsetmek gerekir. Bırakın rakip ürüne satınalan kişi “kötü” desin...
Kendine inanmak başarı için hayati önem taşır. Kendine inanmazsan, müşterinin sana inanmasını bekleyemezsiniz. Enerji düzeyiniz, sesinizin tonu, mimikleriniz, seçtiğiniz sözcükler kendinizi nasıl hissettiğinizle ilgili ipuçları taşır.
İnsanlara danışın ve fikirlerine değer verin. Yeri geldiğinde müşterinize bile danışabilirsiniz, bu tutumunuzun müşterinizin hoşuna gittiğini göreceksiniz. Çoğu insan görüşlerini ve önerilerini seve seve verir, bundan mutlu olurlar. İnsanların hatalarını ve kendi hatalarınızı ders çıkarmak için kullanın.
Genelde olumlu düşünceye sahip olan insanlar, günlük yaşantısında da mutlu ve pozitiftir. Eğer düşüncelerin çoğu olumsuzsa, bu davranışlara ve iş sonuçlarına da yansır. Olumlu ve istekli satıcılar müşterileri kendine çeker. Kederli, motivasyonsuz ve ilgisiz bir satıcıdan kimse birşey almak istemez.
Hoşlanılmak ve güvenilmek için samimi, dürüst ve güvenli olarak algılanmak gerekir. Her zaman müşterinin o anki durumuna duyarlı olmak gerekir, sesinizin tonuna ve beden diline dikkat etmek gerekir. Stresli, aceleci ve ve dalgın kişilerin üzerine gitmemek gerekir. Ya da tersine, karar verebilmek için daha çok bilgiye ya da biraz cesaretlendirilmeye gereksinimi olanlara karşı daha net ve kesin davranmak gerekir. Müşteriyi zorlayarak satış geri teper, müşteride “alıcının pişmanlığı” hissine kapılır ve bir daha o satıcıyla ya da ürün/hizmetiyle iş yapmamaya karar verir. Bu bir restoran’a gidip balık sevmediğinizi söylemenize karşın garson tarafından balık yemeye ikne edilmeye benzer. Bu o restoran’a son gidişiniz olur.
Son olarak, satıcının hayal gücü yüksek olmalıdır. Hayal gücü bilgiden daha önemlidir, çünkü bilgi kısıtlıdır ama hayal gücü sınırsızdır, gelişimi teşvik eder. Sürekli yaratıcı ve yenilikçi düşüncenin peşinden koşmak gerekir. Hergün farklıdır, çoğu yaratıcı cevaplar gerektiren yeni meydan okumalar getirir. Yeni müşteriler nasıl bulunur, rakiplerle başa nasıl çıkılır, kendinizi ve ürün/hizmetinizi tanıtmanın yollarını nasıl bulabilirsiniz bunları düşünmek gerekir. Unutmayın, geçmişte yaptıklarınızı yinelemekle sadece aynı sonuçları elde edebilirsiniz. Başka sonuçlar için yeni şeyler denemek lazım…
ÖZDEĞER
İnsan, doğumu ile birlikte bulunduğu ortama, yaşamına ve elbette kendine anlam verme çabası içinde de bulur kendini. Bu anlam verme çabasının ilk filizlendiği yer tabiki aile ortamıdır. Çocukluk döneminde bu anlam verme çabası gelişirken bir yandan da kişinin özdeğeri, yani kendisine dair olumlu ve olumsuz değerlendirmeleri (benlik algısı) gelişmeye başlamaktadır.
Özdeğeri yüksek kişi, mutlu bir şekilde yaşamaya hakkı olduğuna ve bunu gerçekleştirebilecek gücü olduğuna inanır. Benlik algısı için ise kişinin kendisiyle ilgili zihnindeki resimdir diyebiliriz. Bu resim kişinin yetişkinlik dönemindeki yaşantısına kadar kendisine eşlik eder.
Özdeğer, kişinin kendisine ve dünyaya nasıl anlam vereceğini temelden etkiler. Özdeğer genel olarak değerli hissetmek ve yeterlilik duygusu ile ilişkilidir.
Özdeğer iki nedenden dolayı çok önemlidir:
1) Özdeğer kişinin kendini ve dünyayı nasıl anlamlandırdığını belirler. Özdeğeri yüksek biri sakin ve huzur içinde bir yaşam sürerken, özdeğeri düşük biri aynı ortamda kaygılı ve gergin bir tavır içinde olur.
2) Özdeğer yaptığımız seçimleri büyük ölçüde belirler. Farkında olduğumuz ya da olmadığımız binlerce günlük seçimlerle yaşamımı oluştururuz. Özdeğeri yüksek kişi akılcı ve gerçekçi seçimler yaparak mutluluk ararken, özdeğeri düşük kişi aklına güvenmediği ve gücüne inanmadığı için acıdan kaçınmak, kendini bilinmeyen düşmanlardan korumak üzere seçimlerini yapar. Özdeğeri yüksek kişi yeni deneyimlere, onların getirdiği heyecanlara kendini açarken, diğeri kendi hapishanesinin duvarlarını örerek tek düze bir hayat yaşar.
Özdeğer aynı zamanda kişiye yeterlilik duygusunu da kazandırır. Bu yeterlilik duygusu kişinin yaşam doyumunu arttıran ve kişiye günlük yaşamda stresle başa çıkmasında motivasyon sağlayan bir kaynaktır. Ayrıca özdeğer yaşamda iyi ilişkiler kurma, başarı ve yaşamdan memnuniyet duyma gibi olgularla bağıntılı olduğu için yaşamda olumlu bir faktör olarak ele alınabilir. Kişinin kendisine dair olumlu algıları, yaşamdan aldığı doyum, özdeğerin olumlu anlamda artmasına olanak sağlar. Bu doyumla hayattan tat alan bireyler olarak yaşamımızı sürdürmeye devam ederiz.
Özdeğerimizi arttırmak için başlıca alabileceğimiz aksiyonlar ise:
- Sorumluluk almak
- Kendimize olumlu/olumsuz geribildirim vermekten çekinmemek
- Hata yapmaktan korkmamak, cesaretle hatalardan ders alabilmek
- Tutarlı olmak
- İnsanlara ve yaşama değer vermek
- Üstün ve gelişime açık yönlerimizi görüp bunların bizi biz yapan şeyler olduğunukanul etmek
- Gerektiğinde insanlardan/uzmanlardan destek almak